Sparta – Duygu Alkan

     M.Ö. 10. ve M.S. 4. yüzyıllar arasında var olan Sparta, Antik Grek dönemindeki en önemli şehir devletlerinden birisidir. Altın çağı 500 yıl sürmüştür ve bu süre içerisinde, sergilediği örneğiyle bütün antik çağa ilham vermiştir. Platon, eserlerinde söz ettiği ideal devlete Sparta’yı örnek göstermiştir. Romalılar, kendi kültürel kökenlerini Sparta’ya dayandırır, Roma İmparatorluğu’nda çok önemli bir yere sahip olan Stoa felsefesinde değer verilen erdemler, Sparta’da değer verilen erdemlerdir.

     Antik dönemlerde her şehir devletinde farklı erdemler ön plandadır, Sparta’da da irade, cesaret, zorluklar karşısında pes etmeme, daha yüksek bir ideale adanma ve kişiliği bu yönde eğitme önemlidir. Eğitim, Sparta’da en öncelikli konudur. Sparta’da doğan her çocuk, dünyaca ün kazanmış Sparta eğitimine tabi tutulur. Buna kız çocukları da dahildir. Kız çocuklarının eğitim görmesinin zorunlu olduğu tek şehir devletidir Sparta. Bu eğitimde her çocuğun kendi özgün yönlerinin ortaya çıkması ve bu yönlerle içinde yaşadıkları topluma daha iyi hizmet etmesi amaçlanır.

     Sparta düşüncesine göre her insanın farklı potansiyelleri ve erdemleri vardır. Bunlar, onun tanrısal olan doğasına aittir. İnsan ancak, kendisini tanıdıkça, bu özelliklerini keşfettikçe ve bunları herkesin iyiliği için kullandıkça mutlu olabilir. Sparta’da mutluluğun formülü; kendi özelliklerini kişisel çıkar için değil, toplumsal çıkar için kullanmaktır.

     Sparta’da para diye bir şeyin olmaması, paraya ve maddiyata değer verilmemesi, insanlar arasındaki ayrımın tek ölçütünün bilinç seviyesi ve erdem olması, günümüz insanına çok garip gelebilir. Fakat bu insanlar 2500 yıl önce, hayatlarının merkezine erdemli olmayı koyarak, kendilerini toplumları için daha iyi birer insana dönüştürmeye çalışarak, kendi potansiyellerini gerçekleştirerek mutlu oldular. Burada, bugünkü anlayışımızdan daha derin bir mutluluk söz konusudur. Maddi her hangi bir şeyin eksikliği, onları mutsuz etmezdi. Karanlık, yalnızlık, alay edilme, küçük düşürülme, mevki kaybetme onlara acı vermezdi. Daha da çarpıcısı; ölüm, onlar için üzüntü veren bir şey değildi. Onlar onurlu bir şekilde yaşamayı bildikleri gibi, onurlu bir şekilde ölmeyi de biliyordu.